Ana içeriğe geç

Dil yaratan bir yazar

Sıra dışı özelliklerde bir yazar: Emine Sevgi Özdamar ve Türkiye’den Almanya’ya uzanan yolculuğu.

Sieglinde Geisel, 03.01.2023
Emine Sevgi Özdamar
Emine Sevgi Özdamar © picture alliance/dpa

Ortaya koyduğu olağanüstü eser 2022’de, Almanya’nın kültürel alandaki en önemli ödüllerinden biri olan Georg Büchner Ödülü’ne layık görüldü: Yaşam öyküsüyle Almanya’yı Türkiye’ye bağlayan yazar Emine Sevgi Özdamar’ın portresi.

1946 Malatya doğumlu Özdamar, anadili Almanca olmamasına rağmen eserlerini Almanca yazan ilk yazarlardan biri oldu. Daha ilk romanının başlığı yeni br edebiyat dilini haber veriyordu; 1992’de basılan ilk romanı “Das Leben ist eine Karawanserei, hat zwei Türen, aus einer kam ich rein, aus der anderen ging ich raus” (“Hayat bir kervansaray, iki kapısı var, birinden girdim, birinden çıktım”) başlığını taşıyordu. Özdamar bugün, o dönemde dil üzerine çok düşünmediğini söylüyor: “Neden bir insandan sadece kendi anadilinde iyi yazabiliyor olması beklenir ki? Sonuçta insan bir Türk’e, bir Amerikalıya ya da bir Alman’a aşık olduğunda aşkı daha düşük bir yoğunlukta mı yaşıyor? Dil söz konusu olduğunda da aynı şey.”

2022 yılı Georg Büchner Ödülü’ne layık görülen yazar göçmen edebiyatının “yolunu açan yazar” şeklindeki bir nitelendirmeyi kabul etmiyor. Emine Sevgi Özdamar’ın Almanya’dan Türkiye’ye uzanan yolu tüm klişelere bir tezat niteliğinde. Son romanı “Ein von Schatten begrenzter Raum”da kargalar bir kehanette bulunuyor: “Burayı Ophelia olarak terk eder, oraya vardığındaysa bir temizlikçi olursun.” Kehanetlerinin devamıysa şöyle geliyor; bir tiyatro oyuncusu ya da bir yazar olarak başarı elde edebilse bile insanlar onu asla rahat bırakmayacaklardır: “Seni övgülere boğacaklar, Türk sanatçılarının öncüsü olduğunu, baskı altındaki Türk kızlarını aydınlattığını, Türkiye ile Almanya arasında bir köprü olduğunu, özgürlüğüne kavuşmuş yegane Türk kadını olduğunu, entegrasyonun en iyi örneği olduğunu yazacaklar.”

Dieses YouTube-Video kann in einem neuen Tab abgespielt werden

YouTube öffnen

Üçüncü taraf içeriği

İçeriği gömmek için etkinliğiniz hakkında veri toplayabilen YouTube kullanıyoruz. Lütfen ayrıntıları kontrol et ve bu içeriği görmek için hizmeti kabul et.

Rıza formunu aç

Piwik is not available or is blocked. Please check your adblocker settings.

Emine Sevgi Özdamar Berlin’e ilk kez 1965 yılında, on sekiz yaşındayken içinde bir macera yaşama hissi ve İsviçre’de burslu okuyan ağabeyini ziyaret etmek için gelir. Önce radyo lambaları üreten bir fabrikada misafir işçi olarak, ardından da tercüman ve otelde hizmetçi olarak çalışır. Öğrenci ayaklanmalarına katılır, kaldığı yurdun komünist müdürü onu Doğu Berlin’deki Berlin Ensemble Tiyatrosu’nda sergilenen oyunlara götürür.

1967’de Türkiye’ye döndüğünde İstanbul’da tiyatro okuluna gider. Hocasının tavsiyesi üzerine Alman şair ve devrimci Georg Büchner’in (1813-1837) oyunlarıyla tanışır. Kısa bir süre önce Büchner’in adını taşıyan ödülü kabul konuşmasında Emine Sevgi Özdamar şöyle der: “Bilincimi genişletme, okuma ve öğrenmeye duyduğum özlemin Büchner’den kaynaklanıyordu.”

Doğu Berlin’e dönüş

Emine Sevgi Özdamar 1976 yılında tekrar Almanya’ya gelir, bu sefer bambaşka koşullar altında. Türkiye’de oyuncu olarak kendini kanıtlamış ancak 1971 askeri darbesi sanat hayatını tamamen felç etmiştir. “Otoritenin mahvettiği ilk şey insanın dili oluyor. Türkçe kelimelerim hasta olmuştu.” Yazar bunun üzerine Bertolt Brecht’in tiyatrosuyla dilini iyileştirme hayalleriyle Türkiye’den ayrılır. “Brecht’in şiirlerinin o dönemin Türkiyesinde bize çok faydası olmuştu. Dostlarım hep Brecht’in şarkılarını söylememi isterdi: ‘Alır büyüklerin yerini küçükler, gece uzun da olsa güneş mutlak doğar’ - bu sözlere inancım sonsuzdu.” Doğu Berlin’deki Volksbühne Tiyatrosu’na katılmaya karar verir ve Brecht’in öğrencisi olmuş olan Benno Besson’un yanında yönetmen yardımcısı olur.

Emine Sevgi Özdamar’ın tüm romanları otobiyografik özellikler taşıyor. “Die Brücke vom Goldenen Horn” (1998) (“Haliçli Köprü”) romanında yazar, Berlin’de misafir işçi olarak yaşadığı günlerini anlatıyor, bir günlük-roman niteliğindeki “Seltsame Sterne starren zur Erde” (2003) (“Tuhaf Yıldızlar Dünyaya Bakıyorlar Gözlerini Kırpmadan”) eseriyse Doğu Berlin’deki tiyatro dönemine adanmış. Hikayeyi o kadar canlı bir şekilde anlatıyor ki, insan okurken, onlarca yıl önce yaşanmış olayları nasıl bu kadar detaylı hatırlayabildiğini merak ediyor. Bu soruya yazar gülümseyerek cevap veriyor: “Belki de bu anlar tam olarak gerçekten öyle yaşanmadığı, ama yaratıldığı için.” Noel zamanı için ev arkadaşlarının hepsi uzaklara gittiğinden evin buz gibi olduğunun doğru, ancak daktilo klavyesindeki ısırılmış, donmuş çikolatanın ya da odalardaki soğuk duman kokusunun uydurma olduğunu öğreniyoruz yazardan. “Soğuk, burada ana motif ama bunu sahneye koymanız gerek. Okumayı eğlenceli hale getirmek için bunu üretmek zorundasınız.”

Dille çıkılan yolculuklar

Oyuncu kimliğiyle “ben” şahsı olarak konuşmada daha rahat olduğunu söylüyor yazar: “Ophelia’yı oynarken bile ‘ben’ diyorum. Her zaman iki ben var: Yazarken ikinci ben’i kağıt üzerinde bir yolculuğa gönderiyorum.” Metinlerin tamamı geçmişte yaşanmış siyasi felaketleri temel alıyor olsa bile moda terim “oto-kurgu” bu tür otobiyografik yazıların hakkını tam olarak veremiyor. Daha 1968 yılında Özdamar’ın tiyatro okulundaki hocası, politikanın onu tiyatrodan uzaklaştırabileceği korkusunu dile getirmiş ona. “Die Brücke vom Goldenen Horn” romanında yazar şöyle diyor: “Siyaset beni tiyatrodan uzaklaştırmadı ama dilimin ikiye bölünmesine neden oldu. Dilimin bir yarısıyla ‘Yaşasın ezilen halklarla dayanışma’ derken, diğer yarısıyla Shakespeare’den metinler okuyor olarak buldum kendimi.”

Emine Sevgi Özdamar’ın yazılarında sanatla siyaset, komediyle trajedi birbirine hep yakın bir şekilde yer alıyor. Yaşamını edebiyata dönüştürme biçimiyle Almanya’da benzersiz. Alman diline yaklaşımı, daima uyanık siyasi farkındalığı kadar yaratıcı. “Cehennem mola vermişti.” “Ein von Schatten begrenzter Raum” romanını yazarken bu cümle aniden belirivermiş. Yazarın 70’li ve 80’li yıllarda Doğu Berlin’de, ama aynı zamanda Paris ve Bochum’da geçirdiği zamanı betimliyor; insanların daha iyi bir dünya vizyonuna inanılabildiği bir zamanı.

© www.deutschland.de