Nasyonal sosyalizm dönemi
Alman sorunsalına veda – Batı’ya doğru uzun bir yolda geriye bakış: 1933–1945 Nasyonal sosyalizm dönemi.
Hitler büyük bir seçim zaferinin ardından iktidara gelmedi ama, Ocak 1933’te en güçlü partinin başında olmasaydı İmparatorluk Şansölyesi olamazdı. Weimar Cumhuriyeti’nin son İmparatorluk Meclisi seçimlerinde, 6 Kasım 1932’de, Nasyonal sosyalistler 31 Temmuz 1932’deki seçime oranla ik milyon oy kaybetmişler, bu arada komünistler oylarını 600 000 arttırarak büyülü sayı olan 100 imparatorluk milletvekiline ulaşmışlardı. Komünist (KPD)’nin başarısı iç savaş korkusunu tetikledi ve bu korku, özellikle muhafazakar elit güçler arasında Hitler’in en kuvvetli müteffiki oldu. İmparatorluk Başkanı’nın onu, 30 Ocak 1933’te İmparatorluk Şansölyesi olarak, çoğunluğu muhafazakarlardan oluşan bir kabinenin başına getirmesini, bu muhafazakar güçlerin kendisini Hindenburg önünde desteklemelerine borçluydu. Üçüncü Rayh’ın oniki yılı boyunca iktidarda kalması için tüm farklı düşünenlere terör uygulanması yeterli değildi. Hitler işçi kesiminin büyük çoğunluğunun desteğini, kitle halindeki işsizliği ağırlıklı olarak silahlanma yardımıyla birkaç yıl içersinde ortadan kaldırabildiği için kazandı. Bu desteği İkinci Dünya Savaşı sırasında da korudu çünkü, işgal edilen bölgelerdeki işgücü ve kaynakların acımasızca sömürülmesi sayesinde, geniş kitlelerin Birinci Dünya Savaşı’ndaki gibi sosyal açıdan perişan olmalarını engelleyebilmişti. Savaş yılları öncesinin dış politikadaki büyük başarıları, en başta Mart 1936’da silahtan arındırılmış olan Rheinland bölgesinin işgali ve Mart 1938’de Avusturya’nın “ilhakı”, Hitler’in popülaritesini tüm halk katmanları arasında rekor seviyeye çıkardı. Hitler’in ustaca kullandığı, İmparatorluk ve onun tarihi iletisi miti, özellikle eğitimli Almanlar üzerinde etkili oldu. Karizmatik “önder”, Almanya’yı kalıcı olarak Avrupa’nın düzenleyici gücü yapmak için onların desteğine gereksinim duyarken onlar da, Hitler’den başka kimse Almanlar’ın büyük imparatorluk rüyasını gerçekleştirebilecek gibi görünmediğinden ona gereksinim duyuyorlardı.
Hitler kendindeki Yahudi düşmanlığını erken otuzlu yıllardaki seçim kampanyalarında inkar etmemişti ama öne de çıkarmamıştı. Kazanılması için yoğun çabalar sarfedilen işçi sınıfı içinde bu yönde sloganlarla çok oy da kazanılamazdı. Eğitimli ve mal sahibi sınıflar içinde, küçük esnaf ve köylüler arasında Yahudi karşıtı önyargı daha fazla yayılmıştı ama bir “kavgacı anti semitizm” hoş karşılanmıyordu. Alman Yahudileri’nin Eylül 1935’teki Nürnberg Irk Yasaları yoluyla haklarından mahrum edilmeleri, yasalara dayandırılığı için itiraz görmedi. 9 Kasım 1938’deki “Reichskristallnacht” diye isimlendirilen Yahudi karşıtı saldırılar popüler değildi; ama Yahudi mülkünün kapsamlı, etkileri bugüne kadar uzanan ve servete el konularak yeniden dağıtımını içeren “arileştirilmesi” ise tam tersine popülerdi. Holokaust, Avrupa Yahudileri’nin İkinci Dünya Savaşı sırasında sistemli olarak yok edilmeleri, rejimin işine gelenden daha fazla duyuldu. Ama bilmeye, bilmek istemek de dahildir. “Üçüncü Rayh” Almanyası’nda, Yahudiler’in alınyazıları ile ilgili olarak, işte bu eksikti. Hitler’in Büyük Almanya İmparatorluğu’nun Mayıs 1945’te yıkılması Alman tarihinde, İmparatorluk’un Kasım 1918’de yıkılmasından daha derin bir dönüm noktasını belirler. İmparatorluk Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra şeklini muhafaza etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonunda kayıtsız şartsız teslimiyetten sonra, iktidarla birlikte Almanya’nın geleceği üzerine karar hakkı da dört işgal gücü olan Amerika, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’ya geçmiştir. 1918’den farklı olarak 1945’te, siyasi ve askeri yönetimin yetkileri alındı ve henüz yaşayan temsilcileri Nürnberg’te uluslararası askeri mahkemede (Nürnberg Duruşmaları) mahkeme önüne çıkarıldı.
Doğu Elbeli büyük toprak sahipleri ki, Weimar Cumhuriyeti’nin parçalanmasında ve iktidarın Hitler’e devredilmesinde diğer tüm elit güçlerden daha fazla katkıları olmuştu, mallarını ve topraklarını kaybettiler – bir kere, Oder ve Görlitz tarafındaki Neiße nehirlerinin diğer tarafındaki doğu bölgelerinin ayrılması ve bunların Polonya veya kuzeyde kalan Doğu Prusya durumunda olduğu gibi Sovyet yönetimine devredilmesi nedeniyle, diğeri ise, Sovyet işgal bölgesindeki “toprak reformu” nedeniyle. Savaşta suçsuz olma ve hançerlenme mitleri 1945’ten sonra, 1918’den sonraki zamanın aksine, pek yankı bulmadı. Nasyonal sosyalist Almanya’nın, İkinci Dünya Savaşı’nın patlamasına neden olduğu ve yalnızca dışarıdan, müttefik güçlerin üstün gücü tarafından alaşağı edilebildiği açıkça ortadaydı. Hem Birinci ve hem de İkinci Dünya Savaşı’nda Alman propagandası demokratik batılı güçleri emperyalist zengin erki olarak, ama kendi düzenini en yüksek sosyal adaletin ifadesi olarak tanıtmıştı. 1945’ten sonra batılı demokrasiye yeni saldırılar tamamen anlamsız kalacaktı: Batı’nın siyasi düşüncelerini küçümsemek için ödenen bedel, geçmişin parolalarına geri dönüşün vereceği başarı sözünden çok yüksekti.