Ana içeriğe geç

Güçlü Sesler

Frankfurt Kitap Fuarı binlerce yazarı takdim ediyor. Almanca yazan bu üç öykücüyü tanımalısınız.

06.10.2017
Öykülere tutkun: Sasha Marianna Salzmann
Öykülere tutkun: Sasha Marianna Salzmann © dpa

Almanya. Yeni olan her şey iyi değil. Ve „genç edebiyat“ denen şeyin, birkaç yıla kadar insana çok bayat gelmesi de muhtemeldir. Almanca yazan üç yazarı buna rağmen size tanıtma cesaretini gösteriyoruz; öylesine ferahlatıcı ve güçlü, gerçeğe bu kadar yakın, ya da öylesine gerçeküstü düşsel anlatıma sahipler ki, ilerdeki yıllarda da mutlaka onlara ait daha çok eser okuyacağız.

Sasha Marianna Salzmann

Kimdir?

1985’te o zamanki Sovyet beldesi Wolgagrad’da doğan Sasha Marianna Salzmann özellikle dram yazarı olarak isim yaptı. Salzmann 1995’te anne-babasıyla birlikte Almanya’ya göç etti; üniversite edebiyat, tiyatro ve sahne yazarlığı dallarında okudu. Editörlük ve oyun yazarlığı yaptı. „Die Welt“ 2016’da onun hakkında şunları yazdı: „Maksim Gorki Tiyatrosu, yılın tiyatrosu‘. Bu, orada Almanya’nın en ilginç deneme sahnesini, “Studio Я”i yöneten Sasha Marianna Salzmann’dan da kaynaklanıyor.  

Konu?

Sasha Marianna Salzmann’ın ilk romanı „Ausser sich (Zıvanasız)“ otobiyagrafik unsurlarla oynuyor. Asıl kahraman, tanıyanlarının Ali dediği Alissa, Rusya’dan Berlin’e geliyor. Ali’nin kayıplara karışmış bir ikiz kardeşi vardır. Onun izini sürerken yol İstanbul’a; ve aynı zamanda öyküsel biçimde baştan başa ıssız 20. yüzyıla, Sovyetler Birliği’ne ve oradan Stalin dönemine geri götürüyor. Kitap bir panorama, ancak her şeyden önce ıssız ovalarda öyküsel bir atlı gezinti. Hikayelerle dolu, vahşi, hatta şiddetli ve anarşik. Kitap, 2017 Alman Kitap Ödülü’ne aday gösterildi. 

Sasha Marianna Salzmann ismini neden aklımızda tutmalıyız?

2016’da tiyatro dergisi „Die Deutsche Bühne (Alman Sahnesi)“ Salzmann’ı sezonun beyni ilan etti: „Salzmann, acımasız bir şimdiki zamana duygusal yaklaşımı ve biyografik bakışlarıyla belki de bu anın Almanca yazan tiyatro yazarı.“ Ve „Ausser sich“ adlı romanıyla, diyaloglarının ve tasvirlerinin anlatım gücünü destansı boylamlara da uygulayabileceğini gösteriyor. Az bulunur bir çifte yetenek. 

Robert Prosse

Kimdir?

Avusturyalı yazar 1983’te Tirol’de doğdu, karşılaştırmalı edebiyat bilimi, kültür ve sosyal antropoloji yüksek tahsili yaptı. Innsbruck Okuma Sahnesi’nin kurucularındandır ve yıllardan beri metinleriyle sahne gösterilerine çıkıyor. Ağustos 2017’de ilk romanı „Phantome (Hayaletler)“ Alman Kitap Ödülü’ne aday gösterildi, bu roman Ekim 2017’de Avusturya Televizyon Kanalı ORF’nin en iyiler listesine girmeyi başardı.  

Konu?

Robert Prosser kararlı bir gerçekçi. Anlatım oyunları yok, gösteriş yok. Her şeyden önce de romanın gerçekliği yakalayıp yakalayamayacağına ilişkin ben merkezci bir sorgulama da yok. Prosser, yakın tarihin hüzünlü bir bölümünü ele alma cesareti gösteriyor. Annesinin izini sürmek için Bosna Hersek’e  giden ve 1990’lı yılların başlarındaki Yugoslav iç savaşının olaylarının kurgusunu yeniden yapan Bosnalı genç kız Sara’nın öyküsünü anlatıyor. Roman kararlı, ama bir kuşbakışı değil, aksine savaşın bireyi ne hale getirdiğini anlatıyor. Ve savaş ve şiddetin -çoktan beri üstesinden gelinmiş gibi görünse de- etki etmeyi nasıl sürdürdüklerini.

Robert Prosser ismini neden aklımızda tutmalıyız?

Prosser’in kısmen röpotaj unsurları içeren iz sürümü, Yugoslavya savaşını alıp şimdiki zamanın çok yakınlarına getiriyor. Zamana uygun ve modern tarzda anlatıp, buna rağmen okunur kalınabileceğini kanıtlıyor. Prosser bütünüyle geleneksel bir tarzda öykünün oltası rolü oynayan, belki de özdeşleşme figürleri olarak, insanın mümkün olduğunca kendinden uzak tutmak isteyeceği bir olayı anlaşılır kılan figürlere güveniyor. Tam anlamıyla bir siyasi yazar.

Savaşı anlatıyor: Robert Prosser
Savaşı anlatıyor: Robert Prosser © Melanie Hauke

Maren Wurster

Kimdir?

Maren Wurster, 1976 doğumlu, Berlin’de yaşıyor. Köln’de tiyatro, film ve televizyon bilimleri, Alman dili ve edebiyatı ve felsefe yüksek tahsili yaptı. 2016’da Leipzig Alman Edebiyat Enstitüsü’nde yüksek lisansını bitirdi.  

Konu?

„Maren Wurster’in ,Das Fell (Post)‘ adlı ilk eserindeki kahramanın dönüşümünün Kafka ile hiçbir ilgisi yok!“, yazıyordu bir eleştirmen Maren Wurster’in romanı hakkında adeta yalvarırcasına. Yine de içinde bir kadının yavaş yavaş dönüştüğü bir öyküyü yazma cesaretini gösteren bir yazarın önünde şapka çıkarmak gerekir. Ne de olsa tam da dönüşüm dendiğinde insan ister istemez Praglı devi ve Gregor Samsa’nın öyküsünü düşünmek zorunda kalıyor çünkü. Berlin’de yaşayan Vic’in postu; sevgilisinin ailesiyle birlikte yaz tatilini geçirdiği, Baltık Denizi kıyılarında yaptığı bir yürüyüş esnasında çıkar ve büyür. Öykü çok gerçekçi bir tarzda anlatılıyor; gerçeküstü – düşsel olansa, ayak uçlarına basarak sessizce, rahatsızlık vermeden hasıl oluyor. Bir sembol olarak post; romanın çok anlamlı kalan ve bulmacanın çözümünü açıklamayan, gizem dolu bir boş alanı olarak  kalıyor.

Namen Maren Wurster ismini neden aklımızda tutmalıyız?

Wurtster’in dönüşümün motifinde kullandığı patavatsızlık, hatta neredeyse küstahlık en yüksek derecede nazarı  dikkati hak ediyor. Ayrıca yazar, çoğunlukla yazdığı ürpertici şeyin hemen farkedilmesini engelleyen sessiz-gizemli bir anlatım biçimine vakıf.

Gizemli alemler yaratıyor: Maren Wurster
Gizemli alemler yaratıyor: Maren Wurster © Benjakon