Büyük Britanya’dan Bir Bakış
“Büyük Britanya başından beri AB içinde yer almak ama aynı zamanda dışarıda durmak istiyordu. Oysa ülke Avrupa’nın bir parçası” diyor Rachel Sylvester, The Times, ve bundan emin.
Avrupa ülkelerinin gazetecilerine Avrupa’nın geleceğini sorduk. Bu yazıda Rachel Sylvester’in yanıtını okuyacaksınız. Sylvester, Britanya’nın The Times gazetesinde yazıyor.
Büyük Britanya Avrupa‘nın geri kalan kısmıyla ilişkisinde oldum olası daha ziyade sıkıntılı bir komşuydu. Savrulmalar esnasında yolcuların duvara yapıştıkları curcunalı bir yolculukta olduğu gibi, AB’nin geri kalan kesimi dümeni daha da fazla Birliğe doğru kırarken, adeta bizi Brükselden çekip söken bir merkezkaç kuvveti vardı. Biz hem içeride hem de dışarıda olmak istiyorduk; iç pazara sahip olmak, ama Euro’yu reddetmek, pastadan bize düşen parçayı almak vo onu yemek de istiyorduk. Kanal, bir izolasyon duygusu ve bu izolasyondan duyulan budalaca bir gururu tetikleyen hem politik, hem de psikolojik bir bariyerdi. 2016 yılında Brexit oylamasına yol açan şey, işte duyulan bu kuvvetli arzusuydu; gelgelelim bu tenhalık, başından beri bir illüzyondu.
Biz Dünyadaki Yerimiz Konusunda Emin Değiliz
Başbakan Boris Johnson Brexit’ten çıkış döneminin ardından gelen dönemde ülkesinin portresini, serbest ticaretin savunucusu, dünyaya açılacak olan küresel bir süper güç olarak çiziyor. Ne var ki, bunun için en büyük ticaret ortaklarımıza sırtımızı çeviriyor ve ABD ile Çin arasındaki halat çekme yarışının bir izleyicisi oluyor ve de dünya düzeyinde bir anlaşma umut ediyoruz. Gerçek olan şu ki, zayıflamış durumdayız ve dünyadaki yerimiz konusunda kendimizden emin değiliz. ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson’un 1962’de söylediği, Büyük Britanya’nın bir imparatorluk yitirdiği ama hâlâ yeni bir rol bulamadığı sözü, bugün de geçerli.
Brexit oylamasını duygular harekete geçiriyordu. Ayrılma kampanyası, akıl dışı göç korkuları ve anti politik bir “konrolü yeniden kazanma” özlemiyle oynuyordu. Ama şimdi, biz dışarıdayken gerçekle; yani ticaret anlaşmasından feragat etmeyi de birlikte getiren, zorunlu uzlaşmalarla ve ağır ekonomik masraflarla göz göze geliyoruz.
Başbakan, firmaların, çiftçilerin ve tüketicilerin bunun için bir bedel ödemesi pahasına da olsa, AB’yi geride bırakmak ve Brüksel’le bir serbest ticaret anlaşması yapmakta kararlı. Bunun başarılamaması durumunda sonuçları ne olursa olsun, bir anlaşma olmadan da gitmeye hazır.
Hükümetin kendi tahminlerine göre bile bu sonuçlar, gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 16 oranında gerilemesi anlamına geliyor. Mantıklı olarak, kuzeydeki ve Midland’daki işçi sınıfı bölgeleri; yani tam da bu muhafazakâr hükümetin parlamento seçimlerinden zaferle çıkmasına neden olanlar, en şiddetli mağduriyeti yaşayacaklardır. Johnson’un izleyeceği yol fabrikaların kapanmasına ve işsizliğe yol açtığı takdirde, bir sonraki seçimlerde sert biçimde cezalandırılacaktır.
Bu nedenle AB ile uzlaşmalar yoluyla mutabakat sağlanması için hem siyasal, hem de ekonomik baskı uygulanacaktır. Avrupa, Büyük Britanya için coğrafi olarak hâlâ en yakındaki pazardır. Tıpkı tarih gibi coğrafyayı da gözardı etmek pek mümkün değildir. Nasıl bizi duygusal bir merkezkaç kuvveti AB’den çekip aldıysa, bir ekonomik merkezcil kuvvet de yine aynı şekilde bizi yavaş yavaş ama mutlaka Avrupa’ya geri getirecektir.
Rachel Sylvester, Times gazetesinde bir siyasi köşe yazarı. 1996 yılında siyaset hakkında yazmaya başladı ve Daily Telegraph ve The Independent on Sunday gazetelerinde çalıştı. 2008’de The Times’e geldi ve 2015 ve 2016 yıllarında Büyük Britanya’da yılın siyasi gazetecisi oldu.
You would like to receive regular information about Germany? Subscribe here to: