Tadına diyecek yok
Constanze Kleis, Alman ayaküstü yemek kültürünün şahı olan körili sosisi yazdı.
Görüntüsüne ve sunuluşuna bakınca hiç de iştah kabartıcı değil, dilimler halinde kesilmiş, üstüne kahverengi sos dökülmüş ve karton tabaktaki haliyle. Ama görüntüye aldanmamak gerek. Ülkenin hiçbir köşesinde, açık hava eğlence yerlerinde, otoyol dinlenme tesislerinde, öğrenci yemekhanelerinde, yüzme havuzlarında, futbol stadyumlarında ve tabii hiçbir kantinde eksik olmayan, Almanya’nın en sevilen ayaküstü yiyeceğinden, bir yemek müessesinden, gönüllerin fatihi körili sosisten (Currywurst) söz ediyoruz. Kesin vitaminsiz, hızlı yapılan, kolay erişilen yiyecekten.
Böyle bir yiyeceğin gerçekçiliğin, geleneğin ve pragmatizmin yurdu Berlin’de ortaya çıkmış olması son derece anlaşılır. 4 Eylül 1949 günü, o zamanlar 36 yaşında olan Herta Heuwer, Kant Caddesi ile Kaiser Friedrich Caddesi’nin kesiştiği köşedeki sosis büfesinde “can sıkıntısından” ilk kez denediği domates salçası, su ve acı baharatlardan yaptığı sosu sosisin üzerine dökmüştü. O gün bu gündür halkın yemek yediği yerde Currywurst, Currywurst’un olduğu yerde halk eksik olmuyor. Bu yiyeceğe asıl cazibesini veren şey nedir dersek: Sıradan insanın beslenmesini ayrılmaz bir parçası olması. Ne besin değerlerinin felaket olması ne de rahat olmayan koşullarda tüketilmesi bu özelliğinden bir şey eksiltmiyor. Nihayetinde sosis büfesinde işler, ıspanağa yatırılmış midye veya krema soslu dereotulu somon dilimleri sunulan yerlere kıyasla çok daha göz önünde. Büfe önü masalarda uzun süre oyalanmak da mümkün olmadığından restoranlarda masalarda geçirilen saatlerdekinden farklı bir akış söz konusu. Kısacası körili sosis taban demokrasinin ete bürünmüş hali. Almanya’nın ötesine taşan bu yaygınlık, Manhattan’in uzayıp giden caddelerindeki sosis büfelerine veya iki Alman’ın “Herman ze German” adıyla açtığı ve şimdi üç şubelerinin bulunduğu Londra’ya da ulaşmış durumda.
Sosise her zaman güvenilebilir. Ya da bir sempozyumda ifade edildiği haliyle: “In Wurst we trust.” Halka yakın görünülmek istenildiği zaman körili sosis de oradadır. Eski şansölyelerden Gerhard Schröder vakasının haftalar boyu manşetlerden düşmemesi unutulacak gibi değil: Şansölye, beslenmeye titizlenen karısının büfeden sosis yeme zevkini engellemesine izin vermediği öğrenilmiş ve böylece bir kez daha “Currywurst SPD’dir” fikrini beslemişti. Döner veya Pizza veya Falafel de çoktandır Alman fastfood evreninin ayrılmaz unsurları haline gelmiş olsa da Currywurst’ın simgesel gücünün yanına yaklaşamadılar. Currywurst yüksek kültüre kadar uzanmayı başardı. Sözgelimi yazar Uwe Timm “Currywurst’ın Keşfi” başlığıyla bir romanı ona adadı ve star şarkıcı Herbert Grönemeyer bu yiyeceğin ruha iyi gelen yanını şarkısına taşıdı: “Biste richtig down, brauchste was zu kau‘n, ‘ne Currywurst” (Bezginsen. Ağzım boş kalmasın diyorsan. Al bir Currywurst).Currywurst’un Berlin’de müzesi bile var (www.currywurstmuseum.com).
Bütün bu sunumlardan dolayı gerçeklikten kopma tehlikesi akla gelebilir. Nitekim Currywurst’u atıştırmalıkların şahı yapmak niyetiyle safran iplikli, biyo varyantlı, gurme soslu ve hatta altın varaklı sunumlar bile denendi son zamanlarda. Pek de başarılı olunmadı. Sosisin iyi yanı, mutlak normalliği ve gösterişten uzak olması. Sosisin önündeki tek sorun sokaklardaki eski yerlerini koruyamaması. Sosis büfeleri pahalı kent merkezlerinde tutunamıyorlar ve sayıları giderek azalıyor. Marketten alınan sosislerin mikrodalgada hazırlanması da bu kaybı telafi etmiyor. Nihayetinde Currywurst’un tadı sokakta benzerlerimizle birarada yenilmesi. Hayatın bunca karmaşıklaştığı bir dünyada Currywurst’un sunduğu doğrudanlığın değerini bilen insanlarla.
Başarılı kitap ve köşe yazarı CONSTANZE KLEIS Frankfurt/Main’da yaşıyor ve çalşıyor.