Mitler ve gerçekler
Saygın düşünce araştırmaları uzmanı Manfred Güllner sağ popülist parti AfD’nin “seçim başarısı”nı nasıl yorumlamak gerektiğini açıklıyor.
Eğer medyadaki pek çok kanalın Almanya’daki seçimlere ilişkin yayımladığı haberler gerçekliği yansıtıyor olsaydı, tüm ülkenin aralıksız bir “sarsıntı” içerisinde olması gerekirdi. “Spiegel” dergisi gibi, ülkenin başlıca yayın organlarından birinde düzenli aralıklarla seçim sonuçlarının ülkeyi “sarstığını”, “Almanya’yı değiştirdiğini” ve “siyasette yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu” okumak mümkün. Üstelik AfD yalnızca kendi yönetici kadrosu tarafından değil, “Spiegel” tarafından da bir “kitle partisi” olarak tanımlanıyor.
Fakat yalnızca sayısal olarak bakıldığında bile AfD bir “kitle partisi” olmaktan çok uzak. 2018/19 döneminde gerçekleşen altı eyalet parlamentosu seçiminde seçme hakkına sahip halkın yalnızca yüzde onu AfD’ye oy verdi. Fakat seçmenlerin büyük çoğunluğunu oluşturan yüzde 90’lık kesim AfD’yle hiçbir ilişiğinin olmasını istemediği için ya başka partilere oy verdi ya da oy kullanmadı.
Partinin Doğu Alman eyaletlerindeki kaleleri sayılan Brandenburg, Thüringen ve Saksonya eyaletlerinde dahi seçmenlerin yüzde 82’si AfD’yi seçmedi. Ayrıca partiye desteğin “kesintisiz yükselişinden” söz etmek de yanlış. 2018/19 eyalet seçimlerinin gerçekleştirildiği altı eyalette AfD’nin aldığı oy iki yıl önce gerçekleşen Federal Meclis seçimlerine göre düşüş gösterdi. Federal Meclis seçimlerinde bu altı eyalette toplam 2,7 milyon oy alan partinin oy sayısı yaklaşık 44.400 azalarak 2018/19 eyalet seçimlerinde 2,26 milyona geriledi.
Ayrıca AfD eski gerçek “kitle partileri”nin aksine halkın geniş kesimlerinde sağlam temeller atmış değil. AfD’nin destekçileri ağırlık olarak erkek, homojen ve tek taraflı bir topluluk ve Almanya’da ırkçı düşünce geleneğine yatkın ve parti İkinci Dünya Savaşından bu yana varlığını sürdüren bir kesimin potansiyelini harmanlıyor.
Medyanın üst perdeden yayınladığı haber ve yorumların aksine “eski partiler” popüler ve halka yakın adaylar göstererek eyalet seçimlerinde Federal Meclis seçimlerine kıyasla daha çok seçmeni sandığa götürebildi. Örneğin 2017 genel seçimlerine kıyasla partileri için Saksonya’da CDU’dan Michael Kretschmer 30.000, Brandenburg’da SPD’li Dietmar Woidke 69.000 ve Thüringen’de Sol Parti’den Bodo Ramelow 126.000’e yakın oy artışı sağladı.
Bremen Başbakanı Carsten Sieling gibi, seçmenler tarafından sevilmeyen ya da Bavyera’da Markus Söder’in gibi seleflerinin olumsuz imajının etkisinden kurtulamayan eyalet başbakanlarının hizmet verdiği yerlerde SPD, CDU ve CSU seçmenler tarafından sandıkta cezalandırıldı ve liberal orta çizgideki seçmenlerinin önemli bir bölümünü Yeşiller’e kaptırdı. Kendisi aslında daha özgürlükçü olsa da, daha önce aynı partiden eyalet başbakanı olan Roland Koch’dan dolayı seçmenler tarafından fazla sağa kaymış olarak algılanan CDU Hessen’in başına geçen Volker Bouffier için de aynı durum geçerli.
Öte yandan bir zamanların güçlü kitle partileri olan Hristiyan Birlik ve SPD’ye yönelik büyük güven ve önem kaybı çok daha önce, henüz ortada AfD yokken başlamıştı. CDU, CSU ve SPD 1970’lerde ve 1980’lerin başında seçmenlerin yaklaşık yüzde 80’inin oyunu alırken 2009 genel seçimlerinde bu oran yüzde 40’ın altına düşmüştü.
Birlik Partileri ve SPD’nin bağlayıcılık gücünü yitirmesiyle büyük çoğunluğu durumdan hoşnutsuz ve siyasi ve toplumsal orta kesimden oluşan oy kullanmayan seçmenler giderek arttı. Fakat hoşnutsuz olsa da katiyen radikal bir partiye oy vermek istemeyen bu kesim, medyanın haberlerinde kendisine gösterilmesi gereken ilgiye kavuşamıyor.
Prof. Dr. Manfred Güllner, sosyolog, sosyal psikolog ve işletme uzmanı. 1984 yılında kurduğu Forsa Enstitüsü Almanya’nın başlıca düşünce araştırma kuruluşlarından birine dönüştü.
You would like to receive regular information about Germany? Subscribe here: