Politikanın merkezi: Berlin
İki Almanya’nın birleşmesinden beri Berlin, artık bölünmüş bir kent değil. Doğu-Batı konusunda da pek çok tartışmayı çoktan geride bırakmış bir kent.
Birlik anlaşmasıyla birlikte Berlin de başkent olarak belirlenmişti. 20 Haziran 1991 günü Alman meclisi Bundestag, hükümet ve parlamento merkezini, 1949’dan beri Federal Almanya’ya başkentlik yapan Bonn’dan Berlin’e taşıma kararı verdi. 1999’da gerçekleşen taşınmadan sonra Almanya’nın Berlin gibi, siyasetin nabzının attığı, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki metropollerle karşılaştırılabilir bir merkezi oldu. Bunu simgeleyen görüntüler, yeni tasarımıyla güncellenen tarihi meclis binası Reichstag, Şansölyelik binası ve bölünmenin aşılmasını temsil etmek üzere açık durumdaki Brandenburg Kapısı. Bu yöndeki kararlar alınırken zaman zaman dile getirilen kuşkular oldu, Almanya’nın yeniden “büyüklük kompleksine” kapılıp elindeki ekonomik ve siyasi güçten dolayı da Avrupa’da huzursuzluk duyulmasına neden olabileceği söylendi. Ama sonra bu kaygıların boş olduğu ortaya çıktı. Huzursuzluk bir yana, Almanya’nın birliği Avrupa’daki bölünmüşlüğün aşılması yolunda bir kıvılcım yaktı.
Almanya gerçekten de Avrupa’nın siyasi ve ekonomik bütünleşmesinde öncü bir rol oynadı. Bu yolda Almanya, birleşmesinde simgesel gücü yüksek bir unsur olan Batı Alman Markı’ndan (D-Mark) vazgeçerek, Avrupa’da bir Avro bölgesinin oluşmasını mümkün kıldı, gerçekten de bunun gerçekleşmesi Almanya’nın katılımı olmadan düşünülemezdi. 1990’dan beri de, birleşme sürecinin tükettiği bütün enerjiye rağmen göreve gelen tüm federal hükümetler Avrupa’nın entegrasyonu meselesini gözden hiç kaçırmadılar, tersine Lizbon Anlaşması’nda sonuç alınan gelişmelere var güçleriyle ağırlık koyarak sürecin devamını savundular.
1990’lı yıllar içinde, Almanya’nın dünya siyasetindeki rolü de nihayet değişti. Alman askerlerinin uluslararası misyonlarda üstlendiği barışı tesis ve istikrar kazandırma görevleri artan Alman sorumluluğunu görünür kılıyor. Almanya’nın yurt dışı görevlerinin, iç politikada büyük tartışmalara sahne olduğunu da eklemek gerek. NATO bünyesindeki müttefiklerin, Federal Almanya’nın politik ağırlığıyla orantılı düzeyde ortak yükümlülüklere katılmasını beklemeleri, Almanya’nın bölünmüşlük döneminde sahip olduğu siyasi konumun, iki kutuplu dünya düzeninin sona ermesiyle artık var olmadığını da ortaya koydu. Federal Almanya silahlı kuvvetleriyle DAC’nin “Halk Ordusu” arasındaki çatışma riski geride bırakıldığından beri Almanya’nın konumuna uygun sorumluluklar üstlenmesine dönük beklentiler sürekli olarak yükseldi.