Ana içeriğe geç

Zorlu bir sorun olarak mülteci krizi

Almanya mülteci krizinin Avrupa düzleminde insani bir çözümü için çalışıyor. Siyasetbilimci Josef Janning son gelişmeleri değerlendirdi.

06.04.2016
© dpa/Tolga Bozoglu - Refugees

Avrupa’da mülteci krizinin ani bir çıkışla zirvesine ulaştığı sürecin üzerinden altı ay geçtikten sonra Avrupa Birliği (AB) üyesi devletlerin 2016 Martında vardığı uzlaşma bu krizin sonunun başlangıcı niteliğini taşımaya aday. Bu anlaşmanın belirleyici yönü AB’nin ötesine uzanan bir çözümü içeriyor oluşu. Zira Avrupa ülkeleri kendi aralarında gerekli birliği ve kararlılığı elde etmeyi başaramadı. Avrupa devletlerinin yöneticileri birbiriyle çelişen çıkarları arasındaki dengeyi ancak krizin çözümüne Türkiye’yi de dahil ederek ulaşabildi: Varılan anlaşmaya göre Türkiye kendi topraklarından AB’ye geçiş yapan ve sığınma hakkı olmadığına hükmedilen bütün göçmenleri geri kabul edecek. Buna karşılık AB ülkeleri Türkiye tarafından geri kabul edilen her Suriyeliye karşılık bir diğer Suriyeli sığınmacıyı kabul edecek. Ayrıca sığınma başvurularının hızlı bir şekilde değerlendirilmesi için Yunanistan’a destek verilecek ve Türkiye’ye verilecek 3 milyar Avroluk yardım 2018 yılına kadar toplam 6 milyar Avro’ya tamamlanacak. Son olarak AB bir dizi siyasi, hukuki ve teknik koşulun yerine getirilmesi karşılığında Türk vatandaşlarının AB’ye vizesiz seyahatin izin verecek.

Mart’ta gerçekleştirilen zirvede Türkiye ve AB arasındaki anlaşmanın detaylarının netleştirilmesi ­sonucunda Avrupa’nın mülteci politikasının başarısı Türkiye’yle işbirliğin ve Türk siyasetinin bu işbirliğine ne kadar hazır olduğuna bağlı hale geldi. Kendi iç çatışmalarının ve sahip olduğu risklerin yanısıra pek çok kriz ülkesine komşu olan ve hukuk devleti ilkelerinin zayıfladığı Türkiye’nin içinde bulunduğu durum bu anlamda pek ideal değil. AB ülkeleri bir anlamda iltica dalgasının kaynağına biraz daha yaklaşmış oldu. Siyasi demeçler, yardım konferansları ve BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin (UNHCR) desteği gibi güvenli alanlardan çıkarak Yakın ve Orta Doğu’daki milyonlarca mültecinin ihtiyaçlarının karşılanmasına doğrudan müdahil olma aşamasına geldiler. Bu bağlamda Avrupa’da istikrarın sağlanması belli bir ölçüde Türkiye’deki istikrara bağlı hale geldi.

Öyle görünüyor ki Şansölye Angela Merkel 16 Mart 2016 tarihinde yaptığı hükümet açıklamasında dile getirdiği şu sözlerde bu yeni yakınlaşmayı göz önünde bulunduruyordu: “Bir zamanlar bize çok uzaktaymış gibi görünen ihtilaflar bugün bizi doğrudan etkiliyor ve gelecekte de bu durumla sık sık karşılaşacağız.” Zira krizlerde, sorunu kendi dışında tutmaya dayalı tepki kalıpları eskisi gibi bir çözüm sunmuyor. Ya da güvenlik politikası jargonundaki tabirle “harici değişkenlerin etkilerinin kontrolü” böylesine iç içe geçmiş bir dünyada artık işlemiyor. Bu da Avrupa’nın, güvenlik ve huzur içinde yaşayabilmek için çevresindeki anlaşmazlıkların aşılmasına aktif şekilde katkıda bulunması gerekiyor demek.

Tüm bu sebeplerden dolayı Türkiye’yle kurulan bağlar ancak daha büyük çaplı bir çabanın parçası olmalıdır. Zirve açıklamasında mülteci kamplarındaki insanların durumunun Türkiye’dekilere kıyasla çok daha kötü durumda olduğu Lübnan ve Ürdün’le işbirliğinin arttırılacağı sinyali zaten verilmişti. 2016 Şubatında Londra’da gerçekleştirilen Suriye Bağışçılar Konferansı’nda ülkeler 2016 için 6 milyar, 2017’den 2020’ye kadarsa 6,1 milyar ABD Doları tutarında yardım sözü verdi. Tek başına Almanya bu alanda 2018’e kadar 2,3 milyar Avro tutarında katkı sunacak. Belirleyici nokta, verilen bağış sözlerinin tutulması olacak. Ayrıca Suriye’deki anlaşmazlığın çözümüne yönelik bir müzakere sürecinin nasıl işleyeceği konusunda anlaşma sağlanmasına yönelik yeni adımların atılması da şart. Yani Avrupa’nın hem Suriye ve Irak’ın ciddi şekilde ayrışmış ve radikalleşmiş toplumlarında yeni yönetim yapılarının geliştirilmesi, hem de İran, Suudi Arabistan ve Türkiye arasındaki tehlikeli çekişmelerin dengelenmesi için stratejik sabra ihtiyacı var. Kuzey Afrika da tehlike altındaki bir diğer bölge. “Arap Baharı”nın henüz yenilgiye uğramamış yegane kazanımı olun Tunus’un yeni siyasi düzeni de çatışmalar ve terörle yıkılabilir.

Avrupa ülkelerinin mülteci krizine karşı etkili bir ortak yanıt verebilme konusundaki istek ve becerilerindeki zayıflık Avrupa’nın yakın ve uzak çevresindeki çatışma ve anlaşmazlıklara yönelik daha girişken ve angaje bir dış politika sürdürmesi gerekliliğini doğuruyor. Üstelik tam da Amerika Birleşik Devletleri’nin hariçteki varlığının giderek azaldığı ve Rusya’nın gücünü arttırmaya yönelik politik tavrının geliştiği bir dönemde. Bu sonuç, sürecin daha önceki aşamalarında ortak siyaseti bloke ederek sorunu ortadan kaldırabileceklerin düşünerek hareket eden kimi AB ülkelerindeki yönetimleri rahatsız edecek. Fakat yeterli miktarda parayla sorunu kendi üzerlerinden atabileceklerine inanan bazı ülkelerin de düşünme biçimlerini değiştirmeleri gerekecek.

Öte yandan Türkiye ve AB arasındaki eylem planının AB’nin kendi içindeki sorunları çözmediği gerçeğinin de unutulmaması gerekiyor. Başta Yunanistan’da mültecilerin ihtiyaçlarının karşılanması ve sığınma başvurularının incelenmesine ilişkin mevcut durumun hızla iyileştirilmesi olmak üzere, bu alanda da ortak hareket ihtiyacı giderek büyüyor. Her ne kadar Türkiye mültecilerin AB’ye geçişine izin vermediğinde AB’nin dış sınırlarının zayıflığı bir sorun olarak ağırlığını yitirecek olsa da mevcudiyetini koruyacak. Avrupa tüm üye devletlerin katkıda bulunacağı ortak ve etkili bir sınır güvenliğine muhtaç. Bu ihtiyacın ulusal egemenlik iddialarıyla geçiştirilmesine ve engellenmesine izin verilmemesi gerekiyor.

Sığınma talebi kabul gören mültecilerin kabulü de henüz açıklığa kavuşmamış bir mesele. Bu kişilerin sığınma başvuruları karara bağlandıktan sona diğer AB ülkelerince de kabul edilmeleri gerekiyor. Sığınma başvurusu kabul edilmeyen göçmenlerin kabulüne karşılık alınacak Suriyeli mültecilere dönük karşılıklı kabul anlaşması tükenme aşamasına geldiğinde Türkiye’yle yeni anlaşmalar yapılması gerekecek. AB önümüzdeki dönemde Türkiye’deki mülteci kamplarından insanların AB’ye doğrudan kabulünü düzenleyecek kotalar belirlenip belirlenmeyeceğine karar verecek. Eğer bu düzenleme yapılmazsa Türkiye’nin yanısıra Ürdün ve Lübnan mültecilerin yükünü kendi başlarına taşımak zorunda kalacak. AB içerisinde mültecileri kabul yükünü paylaşmaya yönelik isteklilik Mart zirvesinden sonra dahi yüksek değil. Mevcut anlaşma üye ülkelerin gönüllü katılımına dayanıyor. Öte yandan insan kaçakçıları eliyle AB’ye uzanan yolların etkili şekilde kapanması halinde Almanya’nın yanısıra katılımda bulunacak üye ülke sayısının artacak görünüyor. Almanya’nın AB politikası olabildiğince çok devletin katılımı için işlemeye devam edecek ve “Avrupa’yı bir bütün olarak” koruyabilmek için muhtemelen en çok mülteciyi Almanya kabul edecek. Nihayetinde Türkiye’yle yapılan anlaşma tutarlı şekilde uygulamaya geçirildiği takdirde Almanya ve AB’ye göçün makul bir boyuta ineceği perspektifini sunuyor.

Brüksel’de 18 Mart 2016’da alınan karar Alman iç siyaseti bakımından Angela Merkel’in izlediği politikanın çok ihtiyaç duyduğu bir başarıya kavuşması demekti. Önceki haftalarda Şansölye’nin izlediği politikayı defalarca eleştirmiş olan  en önde gelen günlük gazetelerden biri Merkel’in bu başarısını şöyle yorumladı: “Bu şansölyeye hiçbir rüzgar işlemiyor. Kim fırtınanın onun doğasına uygun olduğunu tahmin edebilirdi?” Brüksel’deki anlaşma gerçekleşmese Merkel için durumun değişmesine dönük gerçekçi bir ihtimal olmayacaktı. İltica yasası çerçevesindeki kısıtlamalar ve değişiklikler bunun için yeterli olmamıştı. Bu değişiklikler hükümet politikası konusunda koalisyonun kardeş partileri olan CDU ve CSU arasındaki anlaşmazlığın üstesinden gelinmesini de sağlayamamıştı. Ulusalcı sağ popülist parti ve gruplara toplumdan giderek artan destek de bu yasa paketinden etkilenmedi. Angela Merkel, toplumundan gelen, göçün kontrollü bir şekilde sınırlandırılmasına dönük talebi AB bünyesinde insani bir şekilde çözmeye kararlıydı. Bu yaklaşım AB içerisine de tartışmalara yol açıyor ve Merkel’in Alman iç siyasetindeki konumunu da zayıflatacak şekilde kimi noktalarda belli ülkelerce tıkanıyordu. Angela Merkel Brüksel’de Türkiye’yle yapılan anlaşma sayesinde hem bu tıkanmayı hem de iç siyasette elinin zayıflamasını aşmayı başardı. Şansölye bunun için Avrupa’nın dış politika alanında daha etkin hareket etmekte yeni fırsatlar ve riskler yaratmış oldu.

Bu bağlamda Avrupa’da nihayet mülteci krizinin sonunun başlangıcına gelinirken aynı zamanda Avrupa dış politikası ve güvenlik siyaseti için yeni bir dönem başlıyor. Avrupa artık dünya politikasında arka planda kalmayı göze alamaz.

Yený düzenlemeler

17 mart 2016’da
Almanya’da ikinci iltica yasası paketi yürürlüğe girdi. Bu paket büyük bir hızla yükselen sığınma taleplerinin bazılarının hızlandırılmış bir prosedürle bir hafta içerisinde değerlendirilmesine katkıda bulunacak. Hızlı değerlendirmeye tabi tutulacak başvurular güvenli ülkelerden gelen mültecileri, tekrar başvurularını ve değerlendirme sürecinde işbirliği yapmayı reddeden mültecileri kapsayacak. Gelen mülteci sayısıyla daha iyi başa çıkabilmek için sınırlı sığınma statüsü verilen mültecilerin aile birleşimi için iki senelik bir bekleme süresi getirildi. Almanya’ya tek başına gelen ve reşit olmayan mültecilere örneğin bu çocuk ya da gençler ciddi bir hastalıktan mustaripse ya da kötü muamele görmüşse sosyal istisna uygulaması yapılarak sığınma hakkı tanınabilecek. Öte yandan Türkiye, Ürdün ve Lübnan’daki mülteci kamplarından gelerek Avrupa’ya kabul edilen mülteciler için aile birleşiminde kolaylık sağlanacak. Kişisel ihtiyaçların giderilmesi için ödenen aylıkta yapılan orta ölçekli bir azaltma ve sınır dışı etmeyi önlemeye yönelik doktor raporlarının kötüye kullanımının engellenmesine yönelik sınırlamalar da pakette yer alan diğer düzenlemeler.