Ana içeriğe geç

Sürgünde yaşam: Hannah Arendt ve kötülükten kaçış

Hannah Arendt en önemli siyaset bilimcilerden biriydi. Çalışmaları, demokrasi ve insan hakları faaliyetlerinin önemini ortaya koyar.

Carola Hoffmeister, 10.10.2024
Düşünceleri günümüzde bile taze: Hannah Arendt (1906–1975)
Düşünceleri günümüzde bile taze: Hannah Arendt (1906–1975) © pa/dpa

Hannah Arendt, 1961 yılında Nazi suçlusu Adolf Eichmann’ın yargılanma sürecini belgelemek için muhabir olarak New York’dan Kudüs’e seyahat etti. Bir sahnenin ve seyirci sıralarının bulunduğu, duruşma salonuna dönüştürülmüş tiyatro salonu Beit Ha’am’da, takım elbiseli ve gözlüklü zayıf adamın sessizce cam sanık kabinine girişini izledi. Tüm dünyanın gözü, bir zamanlar Obersturmbannführer (Yarbay’a denk gelen bir rütbe) ve Yahudi Soykırımı’nın merkezi figürlerinden olan ve Avrupa’da altı milyon insanın öldürülmesinden sorumlu Eichmann’ın yargılanma sürecinin üzerindeydi. Arendt, eski öğretmeni ve doktora tez danışmanı Karl Jaspers’a yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Eğer oraya gitmeseydim, kendimi asla affetmezdim.”

Kaybın gölgesinde bir çocukluk 

14 Ekim 1906’da Hannover’da seküler bir Yahudi ailenin kızı olarak doğan Hannah Arendt, eğitimli bir aile evinde büyüdü. Bir mühendis ve amatör araştırmacı olan babasının Yunanca ve Latince klasiklerle dolu bir kütüphanesi vardı ve annesi Paris’te Fransızca ve Müzik eğitimi almıştı. Babası ağır bir hastalığa yakalanınca aile, o zamanlar Doğu Prusya’da bulunan ve anne babanın memleketi olan Königsberg’e geri döndü. Babası 1916 yılında öldü. Hannah Arendt, otobiyografik taslaklarında o zamanlar kendisini, yas tutarken uzun yolculuklara çıkarak ve Hannah’ı büyük ebeveynlerine bırakan annesi tarafından da dahil olmak üzer,e çoğu kez terk edilmiş hissettiğini hatırlıyor. Aynı zamanda anne, kızına kendini savunmayı da öğretmiş: Hannah’a, derslerde antisemitist yorumlar yapıldığında ayağa kalkması, sınıfı terk etmesi ve olan her şeyi evdekilere anlatması öğretilmişti. Hannah Arendt 1924 yılında felsefe öğrenimi görmeye başladı. “Felsefe, 14 yaşımdan itibaren benim için değişmez bir ilgi alanıydı” diye anlatıyor Arendt 1960lı yıllarda bir televizyon röportajında. Arendt felsefeyi, “Anlama zorunluluğu”, “Korkuluklar olmadan düşünmek” şeklinde tanımlıyordu. Önce Marburg’da Martin Heidegger ile, sonrasında Heidelberg’de Karl Jaspers ile çalıştı.

1933 şoku ve sürgün yolu 

Adolf Hitler’in şansölye olarak atanmasından bir ay sonra, 27 Şubat 1933 akşamı, Berlin’deki Alman parlamento binasında (Reichstag) bir yangın çıktı; bu,Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin (NSDAP)kendi çıkarları için kullandığı bir kundakçılık olayıydı. “Reichstag Yangın Kararnamesi” ile temel haklar geçersiz kılınarak diktatörlük yolu açılmış oldu. “Sonrasında olanlar utanç vericiydi. Bu benim için tam anlamıyla bir şoktu ve o andan itibaren üzerimde sorumluluk hissettim.” Hannah Arendt, o günleri böyle hatırlıyor. 

Biri düşünmekten ne kadar mahrum ediliyorsa, insanlığının o ölçüde elinden alındığı söylenebilir.
Hannah Arendt “Karanlık Zamanlarda İnsanlar” (1968)

Arendt’in kendisi de 1933 yılında, siyasi baskıya uğrayanlarla ilgili faaliyetleri nedeniyle Gestapo tarafından Berlin’de tutuklandı. Ancak sorgulanırken arkadaş olduğu bir SS subayının yardımıyla hapisten kaçmayı başardı. Sonrasında annesiyle birlikte yeşil sınırı geçerek Çekoslovakya’ya ve ardından Paris’e kaçtı. 

Sürgünde bir yaşam ve totalitarizme karşı mücadele

Arendt, Paris sürgünü sırasında Antisemitizm hakkında konuşmalar yaptı ve Yahudi gençlere Filistin’e kaçmaları için yardım eden bir organizasyon için çalıştı. Ancak İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle Fransa da güvenli bir yer olmaktan çıktı. Arendt 1941 yılında tekrar kaçtı; bu sefer ABD’ye. Zaten New York’da yaşayan eski eşi Günther Anders’a çektiği telgrafta, “Kurtulduk”, yazıyordu. Hannah Arendt, annesi ve ikinci eşi Heinrich Blücher ile birlikte Manhattan’da küçük bir daireye yerleşerek, yorumcu ve lektör olarak bir kariyere başladı. 1951’de yayımlanan “The Origins of Totalitarism (Totalitarizmin Kökenleri)” (Totaliter egemenliğin unsurları ve kaynakları) adlı, Nasyonel Sosyalizm ve Stalinizm arasındaki paralellikleri ortaya koyduğu çalışmasıyla dünya çapında ün kazandı.

Hannah Arendt’in, kendisi de göçmen olan fotoğrafçı Fred Stein tarafından 1944 yılında ABD’de çekilmiş fotoğrafı.
Hannah Arendt’in, kendisi de göçmen olan fotoğrafçı Fred Stein tarafından 1944 yılında ABD’de çekilmiş fotoğrafı. © pa/dpa

Eichmann Davası ve Kötülüğün Sıradanlığı 

Hannah Arendt, 1961 yılında “The New Yorker” gazetesi adına Kudüs’e geldiğinde, duruşma salonunda bir canavarla karşılaşmayı bekliyordu. Ancak Yahudi Soykırımı’nın başlıca planlayıcısı hakkındaki gözlemleri beklediğinden farklı olmuştu: “Eichmann ile ilgili rahatsız edici olan şey, onun herkese benzemesiydi ve benzediği bu kişilerin sapkın veya sadist olmak bir yana, ürkütücü ve ürpertici bir derecede normal olmasıydı”, diye yazmıştı. 1964 yılında “Kötülüğün Sıradanlığı” adında bir kitap olarak yayımlanan bu analizleri nedeniyle eleştirileri üzerine çekti: Bazıları onu Yahudi Soykırımı’nı tehlikesiz göstermekle itham etti. Ancak Arendt, kötülüğün sıklıkla aşırı bir kötücüllükten değil, özgür düşünebilme konusundaki bir yetersizlikten kaynaklandığını göstermek istemişti. 

Korkunç olan, onun normal biri olmasıydı.
Hannah Arendt, Adolf Eichmann hakkında bilgi veriyor

Hannah Arendt, 4 Aralık 1975’te New York’da öldü. Geride zamanın değiştirmediği bir mesaj bıraktı: Her insan yasaları sorgulamak ve insan onurunu ve demokrasiyi savunmakla yükümlüdür. Günümüzde, onun adını taşıyan Hannah Arendt İnisiyatifi, dünya çapında tehlike altındaki gazetecilere yaptıkları önemli görevde destek veriyor. Bu sivil toplum organizasyonları ağı, Federal Yabancılar Bürosu’nun kaynakları aracılığıyla destekleniyor.